Oğuz Atay'dan Tutunamayanlara Kısa Notlar

"Beni anlamalısın… Çünkü ben bir kitap değilim. Öldükten sonra kimse beni okuyamaz. O yüzden yaşarken anlaşılmaya mecburum."     Ve bu yüzden merak ettiğin ne varsa ya şimdi sor ona, yada unut gittiğin bir yerde. Uzun yolculuğun olursa al beni de yanına, daya başını camlara, sen oturduğun yerde hareketsiz, geride kalan herşey ters yöne koşuyor..

"Ne yeniden yaşamak mümkün, Ne de yaşadıklarını silebilmek..."
     Düz bir zaman çizgisi üzerinde geriye dönüp bakmaya müsaade var fakat geriye dönük düzenlemeler yapmak nefes aldığın ilk günden itibaren yasaklanmıştı. Ne kadar az hata yaparsan, o kadar daha hata yapma olasılığın artacaktı. Yani normal olanı yaşıyoruz. Bol hatalı, bol yanlışlı.

"Çünkü sevmek, yarıda kalan bir kitaba devam etmek gibi kolay bir iş değildi. Ya hiç sevmemişsem bugüne kadar?"
     Sende haklısın ve hiç emin olamadığın şeylerle yaşamaya devam ediyorsun. Yaşamak senin için boşa kürek çekmek gibi bir şeye benziyor gitgide. 

"Zaman herşeyin ilacı ise, fazlası intihara girmez mi?"
     Kanına karışmış zehri fark edene kadar her şey için artık çok geç olmuştur. Acı çekmeden ölmenin diğer adına "zaman" diyorlar. Onca anlatı sanatının hiçbirinde zamanın işe yaradığı görülmemiştir. Yeni bir deneye gerek olduğunu düşünmüyoruz. Ayrıca zaman seni değil, sen zamanı yönet. 

"Tereddütlerin resimlerini çizerdim yüzlerine bakarak. Soluk ve düz çizerdim."
     Tereddüt eşittir korku. Korku eşittir yanlış eylemlere. Sonsuz bir denklem kurulabilir. Çözdükçe iki katına çıkan bilinmezler. Bir kararsızlık peşinde birçok olasılığı taşır. Neresinden tutarsan tut elinde kalan cinslerden. Tereddüte düşmemek elde mi? Hayatını yeniden şekillendireceğin kararlarda özellikle? Fazla karmaşık olmaması için düz çizgiler, gözünüze çok dokunmasın diye soluk çizgiler... En azından hafifletir sizi. 

"Kelimeler, kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor."
     Bir kelime seç. Sesli olarak beş, on, yirmi kere söyle. Duydun mu? Hiçbir anlamı kalmıyor. İstersen saatlerce kendi kendine söyle, yüksek sesle söyle... Nasıl istersen öyle söyle. Olmuyor görüyorsun değil mi? Doğru zamanda, doğru kişiye, doğru kelimeyi de denk getirebilmek büyük marifet olsa gerek. 

"Yaşantısının kısır çemberini yırtmalıydı."
     Tutturmuşsun ille de bu diye. Tamam yine o olsun. Ama sen bide farklı bir açıdan bak. Aynı şeyi farklı göreceksin. Belki daha fazla sevecek yada ondan vazgeçeceksin. Sabit fikrin tanımı seninki değil. Birazcık persfektif meselesi...

"Birlikte oldukları zamanlar içinde gene yalnızlıklarını yaşıyorlardı."
     Bunun tek bir açıklaması olabilirdi. Uzun yıllar boyunca yalnız yaşamış iki insanı, bir odaya hapsetsen bile alışa gelmiş yalnızlıklarını bir çırpıda kenara atamazlar. Der ki yalnızlıkları, sen yokken, biz vardık. Ne diyebilirsin şimdi? Yalnızlara, yalnızlıklarıyla vedalaşmaları için izin vermek gerekir. Sen beklemesini bilirsen, O zaten seninle gelecektir. 

"Oysa sen, yalnız kafandakilerle ilgilisin. Beni görmüyorsun."
     Bu bir gariptir. Önce düşünceler içinde doğrusunu bulmaya çalışırsın, karar vermek istersin, iyice bir süzersin, tam olarak "bu!" dediğin anda başka bir sonuca ulaşırsan, tekrar en baştan başlarsın, işin içinden çıkmak zor olur. Şu kafalardaki doğruları tek seferde bulabilsek, seni bu kadar bekletip, nezaketsizlik etmezdik. 

"Kurduğum hayaller, bir bekar odasının dağınıklığına boğuldu..."
     "Odalarda ışıksızım" diye başlamak istedim. Bu odanın belli noktalarında hatıraların var, bir müddet kokun kaldı mesela. duvarlarda sesinin tonu, dokunduğun yerlerde izlerin. Tüm bunların üzerine biraz hayalini serpiştirdim. Gerisi gelmedi. Gelmeyince tek başlarına tutunamadılar, boğuldular. 

"Aç bakalım şu radyoyu belki sevdiğin bir şey çalıyordur..."     
     Radyo dinlemeyi severim bilirsin. Çalan güzel şarkı olursa yanına seni de eklerim... Biraz da kırmızı şaraptan...

"Neden bazı insanlar, bazı şeyleri hiç bilmiyorlar? Duysalar, dinleseler, hatta karşılarında görseler bile bilmiyorlar."
     Bunun tahlilini yapmak güç olacak biraz. Aslında bakılırsa zor olanı yapıyorlar. Benim yapamadığımı yapıyorlar mesela. Bildiklerimi bilmemezlikten gelemiyorum. Gördüklerimi yok sayamıyorum, duyduklarımı nasıl unutabilirim? Seni nasıl ıskalayabilirim?

"Daha kaç kez ıskalayacağız hayatı Olric? / -Oklarımız bitene kadar efendimiz."
     Cephanesi sayılı olanların şanslarıda kısıtlanır. Tam on ikiden vurmak diye bir deyim var. Kovan kovan bal yiyenlerin başına bile gelemeyen deyimlerden. Sahi kim için söylemişler bunu? Baktığın zaman görüyourz ki, herkes hedefi vurmak konusunda tam anlamıyla altın madalyalık bir beceriksiz. Elinde yayı, sırtında oklarıyla beklemede olanlara not: tadını çıkarın ne vuruyor, nede vuruluyorsunuz. 

"Descartes düşündükçe var olduğunu söylüyordu, oysa ben düşündükçe yok oluyorum.."
     Belli ki Descartes Bey için aşkı yaşamak mümkün olmamış sayın okuyanlar. Eğer bunu yaşamış olsaydı şöyle de bir ekleme yapabilirdi: "Düşüncelerim bir yerde kilitlenip kalıyor, öyleyse aşık oluyorum"

"İyi geçinmek, iki kişinin kusursuz olmasıyla değil, birbirlerinin kusurlarını hoş görmesiyle olur."
     Tespit yerinde. Teoriden geçer. Uygulamada kalır. Bütünleme sınavlarına çalışmakta fayda var. Böylece eksiklerini görür, düzeltmek için yeni bir şansın olur.

"Ne zoruma gidiyor biIiyor musun OIric? O’na yazdıkIarımı o’ndan başka herkes okuyor. "
     Olasılıkların bir gün gerçekleşmesi ile yetiniyor olmak, evrenin bize tepeden bakıp kahkaha atarak gülmesinden başka bir şey ifade etmiyor olabilir. Bakın yine olasılık ihtimalinden bahsediyoruz. Öyleyse? "Her zaman bir ihtimal daha vardır" deyip, toprak yoldan asfaltlanmış dört şeritli ana yola çıkartıyorum sizi. Trafiğin akışını bozmadan, gelin bu tarafa doğru. 

"Anlamasan da olur. Kimse anlamasa da olur. Gerçek hürriyet budur. Ben anlıyorum. Anlatamasam da olur." 
     Aslında tam olarak insanın kendisini bilmesiyle alakalı bir durumdur. Kendine sorduğun sorulara takır takır cevap verebiliyorsan, alâ. Gerisi mühim değil,tescillidir. Yine de bilse güzel olur.

"Yağmur yağıyor Olric ıslanıyor her taraf, ağlasak anlarlar mı? / –Anlamazlar efendimiz…"
     Normal zamanda, hava güneşliyken, bahar gelmişken, kuşlar göç ederken, mevsimler değişirken, kışın üşürken, hikayelerin sonunda, çilingir sofrasından sonra, uykudan önce, rüyalarda, günaydın derken, gözler seni ararken, sen yokken... Tüm bunlar yaşanırken beni anladın da, yağmurlu günde ağlamışım onu mu fark edeceksin? 

"Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok."
     Çok kırıldık, büyük kırıldık, kırıldığımız yerden de ayrıldık. Bunları biliyorsun. "Şimdi uyu... Biraz uyu. Kurşuna dizilmiş yalnızlığın yanına uzan ve biraz uyu." Her şey yoluna girdiğinde sabah uyanıp birbirimize "günaydın" diyebilelim.

"Belki yarın sabah soğukta uyanmanın bir anlamı olur. Sana çay pişirmek gibi..."
     Bunu sevdim. Zaten kahvaltıyı da severim. Sabah, öğlen, akşam... Yanına çay... Severim. Seninle içerken daha anlamlı olacaktır. Ve Süreya'nın dediği gibi "bize iki çay! biri açık olsun, o öyle severdi"

"Çok şey vardı anlatılacak. O yüzden sustum. Birini söylesem diğeri yarım kalacaktı. Sen duydun mu sustuklarımı?"
     Yazdıklarımı okuduğuna göre (burada okuyucu kendinden şüphe etmekte), sustuklarımı da duymuş olman gerekiyor (okuyucu düşüncelerini dizginliyor). Kelimeler demiştik ya az önce, hani bazı anlamlara gelmeyen kelimeler. Biraz öyle, biraz böyle... Susmak daha değerli geliyor bana. Bazende böyle konuşmak. Ama seninle değil, senin duyma ihtimalinle... Okuyucu daha çok susuyor şimdi.

"Çaresizlik yüzünden birçok şeyin anlamı kayboluyor. Sen olmadıktan sonra sana yazılan mektup ne işe yarar?"
     Kaybolmak dediysek öyle "sonra bulurum" türünden bir kayboluş değil bu. Toz olmak gibi evrende her gün başka bir gezegende uçmak gibi. Uçuk bir şey. Mektuplarda öyle işte... Kayboluyorlar sürekli, hemde okunamadan. Okuyacak biri olmadan. Şöyle bir sözde "Teşekkürler,bir zamanlar beni cok sevdiğin için. Bu mektup da olmadı,kelimeler toparlanmadı,işte şimdi çöpe gidiyor. Yinede mektubuma son verirken. Seni her zaman çok seven, Ben.." demek yerinde olurdu.

"Ölüm değilse bizi ayıran; yazık olmuş. "
     Her son bir yeni başlangıç diyorlar. Her yeni başlangıca seninle birlikte başlamak dileğiyle o zaman. Hiç ayrılmamak ümidiyle...

"Bütün hayatınca konuştu. Sonunda tutunamayanlar diye bir söz çıkarabildi ortaya: bir tek kelime."
     Öyle değerli ki... Anlatıyor bizi.