Kırmak, kırılmak
için değil, sevmek ve sevilmek için bir bahane gerek. Çünkü çok kırdık, çok
kırıldık biliyoruz. Buna rağmen kendimizi kandırmaya devam ediyoruz bunu da
biliyoruz. Bile bile yanlış yapılır mı? Yapanları görüyoruz. Neresindeyiz
hayatın, neyin karşısındayız, neden boşluktayız?
“Hiçbir şey için
geç değil” diyenler koca bir yalanın ortağı mı oluyorlar yoksa kendileri için yeni
bir bahane mi üretiyorlar dersiniz? Bazı şeyler için geç kalındığını biliyorsak
eğer, işte onların hepsi birer yalancı oluyor bizim için. Ve yalan şuan
söyleniyorsa, doğruluk olasılığı nedir?
Ne kadar planlı
yaşamaya çalışırsak, hata yapma şansımız o kadar artıyor. Tam tersi bir durumun içinde olduğumuzu
varsayarsak –bir bakıma “anı yaşamak” diyebiliriz buna, o zamanda saniyelik
kararlar hayatımızın geri kalanına yön veriyor. Biz neresindeyiz bu zamanın?
Binlerce kez “keşke”
demişizdir. Keşke olmasaydı, keşke daha iyisi olsaydı… Ama farkında mıyız
bilinmez biriken keşkelerimiz hep yapamadıklarımız üzerinde yoğunlaşır. Nedeni
bellidir: Korkuyoruz. Kendimizi kısıtlıyoruz, ürküyoruz, çekiniyoruz, çok soruyoruz,
çok sorguluyoruz, en doğruyu arıyoruz, hiç bulamıyoruz. Hep bulduğumuzu
sanıyoruz.
Hep uçlarda
yaşıyoruz, ya iyideyiz, ya kötüde. Pozitif düşünceler bizi iyimser gösterir.
Negatifin safında yer alanlar kötü sayılır. Bu büyük bir yanılsamadır. Kimsenin
Polyanna ile bir akrabalığı ya da Hades ile bir dostluğu bulunmuyor. Ama biz
eşitlik kavramını yine yanlış hesaplıyoruz. Doğanın matematiği karmaşık bir
haldedir, ayrıca iki kere ikinin dört ettiği de asla ispatlanamaz bir gerçektir(!)
Heraklitos: “değişmeyen
tek şey değişimin kendisidir” demiş; Arthur Schopenhauer: “değişim, değişmeyen
tek şeydir” demiş. Her iki yargıya göre bizimde sürekli değişime açık birer
varlık olmamız gerektiği sonucunu çıkartmamız mümkündür. Doğa için, toplum
için, insanlık için sürekli değişim şart, Bu değişimler olumlu yönde olmak
zorundadır. Peki ya, kendi iç dünyamız bu değişimlere ne kadar açık?
George Chapman: “Sevgi,
doğanın ikinci güneşidir” der. Düşünsene biraz… Güneşin hiç batmıyor, gecen hiç
kararmıyor. Ne kadar büyük bir özelliğe sahipsin. Sevebiliyorsun. Zülfü
Livaneli’nin de dediği gibi aslında: “güneş toplamak” lazım kendimiz için. Yani
küsmek, darılmak için değil, sevmek, sevilmek için bahaneler lazım bize.