Amélie - Neler Öğretti?

Bazen sadece yapamadıklarımızı düşünür dururuz. Onları siyah zemin üzerine tozlu harflerle yazıp liste çıkartırız. Neredeyse boğuluruz. Değişmek, yenilenmek, unutmak, zorlamak, yeniden bir şeyler yapabilmek, iyi şeyler yapabilmek gerekir, bunu istememiz gerekir. Sonra siyaha bulanmış düşler, parlayan bir öğlen güneşi gibi gözlerimizi kamaştırmaya başlar. Sadece iyi şeyler...

 Amélie (özgün adıyla: Le Fabuleux Destin d'Amélie Poulain) 2001 Fransız yapımı romantik-komedi kıssasında bir filmdir. Yönetmenliğini Jean-Pierre Jeunet yapmıştır. Senaryosu, Jeunet ve Guillaume Laurant tarafından yazılmıştır. Filmin afişinde de gördüğümüz esasında sıcak gülümsemeli başrol oyuncusu ise yani Amélie karakterini ise Audrey Tautou canlandırmaktadır. Paris'ite geçen filmin sanatsal ağırlığını gördükten sonra sanat yönetmenini es geçmek olmazdı. Aline Bonetto'nun sanat yönetmenliğinde "en iyi sanat" ödülünü de almıştır. Detaylıca inceleyeceğiz ödüllerini.

 Fransız yönetmen Jean-Pierre Jeunet 1953 doğumludur. İlk olarak "L'Évasion" (1978) adlı kısa filmiyle yönetmenliğe başlarken, "Delicatessen" (1991) ile de ilk uzun metrajlı filmini çekmiştir. İlk filmi Delicatessen'den tam 10 yıl sonra "Le Fabuleux Destin d'Amélie Poulain"ın yönetmenliğini yapmıştır.

2000 yılında Fransa'da "Prix Suzanne Bianchetti"-Gelecek Vaat Eden Genç Sinema Oyuncusu ödülüne layık görülen Audrey Tautou, bu ödülü "Strange Pearl" (1999), Michelle Pearl karakteriyle elde etmiştir. Hemen akabinde ise Amélie rolünü canlandırmış ve dünya çapında bir üne ulaşmıştır.


Filmin Konusu:
Amélie Poulain, bir doktor olan babası tarafından diğer çocuklardan, kalp hastalığı olduğu gerekçesiyle, uzak yetiştirilen bir çocuktur. Aslına bakılırsa babasının yanlış bir teşhisidir bu, çünkü Amélie’nin babasıyla kurduğu nadir fiziksel temas babasının sağlık kontrolleriyle gerçekleşmektedir ve bu kontroller sırasında Amélie heyecanlanmakta, kalp atışı hızlanmaktadır. Amélie’nin annesiyse, en az babası kadar nevrotik bir kadındır. Amélie küçük bir çocukken, annesi, Notre Dame Kilisesi’nin tepesinden atlayan bir kadının üzerine düşmesi sonucu vefat etmiştir. Böylece babası daha da sessiz ve silik biri olmuş, kendisini eşi için ilginç bir anıt mezar düzenlemeye adamıştır. Amélie de bu yalnızlığın ortasında kendini eğlendirebilmek için, oldukça ilginç ve derin bir hayal gücü geliştirmiştir.

Büyüdüğünde, Amélie Montmartre’da bir café olan ve eski bir sirk göstericisi tarafından yönetilip, birçok ilginç kişinin çalıştığı Çift Değirmen’de garson olarak çalışmaya başlar. 22 yaşındayken, Amélie için hayat oldukça basittir; kahramanımız birkaç başarısız romantik ilişki denemesi sonucunda, kendisini crème brûlées’siyle bir çaykaşığı ile oynamak, gün ışığında Paris’te yürüyüşe çıkmak, St. Martin’s Kanalı’nda taş sektirmek, yüzeyi hoşuna giden taşları toplamak gibi çeşitli küçük zevklere adamış ve hayal gücünü tamamen serbest bırakmıştır.

Hayatı, Prenses Diana’nın öldüğü gün değişmeye başlar. Haberlerden duyduğu şoku takiben yaşadığı bir dizi olay sonucunda, gevşemiş bir banyo fayansının arkasında, bir çocuğun yıllar önce saklamış olduğu metal bir kutu bulur ve bu kutunun sahibini aramaya başlar. Bu arayış içerisinde kendisiyle bir anlaşma yapar; eğer kutunun sahibini bulursa, hayatını iyiliğe adayacaktır. Bulamazsa da… Ne yapalım.

 Pek çok yanlış tahminin ardından, kendisiyle aynı apartmanda yaşayan “kristal adam” lakaplı ressam Raymond Dufayel’in yardımıyla, kutunun gerçek sahibini bulur ve çeşitli numaralarla kutuyu sahibine iletir. Ardından adamı gözler ve üzerinde yarattığı mutluluğu görünce, diğer insanların hayatında güzel şeyler yapmaya karar verir. Bu Amélie’yi gizli bir adalet sağlayıcı ve koruyucu melek yapar hayatına etki ettiği insanların gözünde. Babasının hep hayalinde olan dünya turuna çıkmasını sağlar, iş arkadaşlarına, apartmanın yöneticisine, manavın çırağı Lucien’e gizlice pek çok iyilik ve sürpriz yapar.

Ancak Amélie diğer insanlarla ilgilenirken, kimse kendisiyle ilgilenmemektedir. Başkalarının mutluluğu yakalaması için uğraşırken, kendi yalnızlığını sorgulamaya başlar. Bu sorgulama, pasaport için fotoğraf çekilen fotoğraf kulübelerinden, kenara atılmış, yabancılara ait vesikalık fotoğrafları toplayan, tuhaf karakter Nino Quincampoix ile olan bağıntısını görünce daha açık ve rahatsız edici olmaya başlar. Her ne kadar Nino’yu kendi yöntemleriyle pek çok dolambaçlı şekilde cezbetmeye çalışsa da, özünde utangaçtır ve Nino’ya yaklaşamamaktadır. Ancak Raymond’ın öğütleri sonunda, başkalarının mutluluğu için uğraşırken kendi mutluluğunu da elde edebileceğini öğrenir...


Film Değerlendirmesi:
Başlangıç sahnesiyle beraber hızlıca akan bir on dakikanın içerisinde izleyicinin başını döndürüyor. Amelie'nin doğum saniyesiyle çakışan paralel zamanda gerçekleşen bir çok olaydan örnek vererek dış ses anlatmaya başlıyor. Amelie'nin annesini, babasını, kedisini ve kendisinin nelerden hoşlandığını, sevdiğini ve sevmediğini bizlere anlatıyor. Genel bir girizgah yapan anlatıcı izleyenlere rehberlik etmekte ve hızlıca karakterleri tanımamıza yardımcı olmakta.

 Sakin ve sessiz bir çocukluk dönemi yaşayan sıcak gülüşlü karakterimizin hayatının nasıl pozitif yönde değiştiğine tanıklık ettiğimiz filmde hayal gücüyle beslenmiş iyiliklerin insanlara kattığı, yaşattığı duyguları belki de bizde aynı anda yaşıyoruz izlerken. Çocukluğumuzdan kalan değerli bir eşyamıza şuan ulaşsak nasıl mutlu oluruz. Ya da sadece hayal kurarak, gerçeklikten kendini soyutlayanların mutluluğu... Tabi bu mutlulukları baltalayanlar da var. Onlarda yaşamı sürekli ciddiye alanların problemi olmalı.

 Film birçok imgeyi içinde barındırıyor. Bu sanırım senaristlerin başarısıdır. Aşk mektupları, video kasetler, fotoğraflar, cam adam, kediler, manavdaki çırak, çocukluk, insanlara dokunmak ve en etkileyicisi ise Amelie'nin gözleri... Teknik açıdan da kullanılan görsel efektler görüntülere canlılık, güzellik katmış. Mesela Amelie'nin su olup erimesi, buharlaşması sahnesi...

 Tüm imgeler hayata pozitivist bakmak için seni davet ederken filmin afişindeki çelişkiden de bahsetmek gerekiyor. Amelie, filmde iyilik meleği olarak tasvir edilebilir. Keza filmin adında da geçtiği ve anlatımında "masalsı" olduğunu kabul edilirse, bir meleğe (iyi birine) ihtiyacımız var. Afişte bizlere gülümseyerek bakan Amelie, aslında sıcak bir gülümsemenin altında pusuya yatmış sinsi bir şeytanvari hissi veriyor. Omuzlarındaki kırmızı ve rujundaki kırmızı bu detayı destekler niteliktedir.

Filmi romantik komedi aralığına sığdırmak isteyen film eleştirmenlerini anlamak güç geldi bana. Filmlere belli bir değer üzerinden not verenlerin düştüğü yeni bir yanılgıdır zannımca. İllaki kategorize etmeye de lüzum görmemekteyim. Çokta ısrarcı olunursa dram denip geçilebilir. Belki de ben yanılıyorum bilmiyorum. Fakat filmin ilk sahnesinden de anlaşıldığı gibi aşk film değildir. Her karakteriyle farklı insan tiplerini temsil eden mutlu sonlu mutlu eden filmdir. Ve belkide "neden yine mutlu sonla bitti?" diye sordurmayan filmdir. Mutlu sonu en başından sonuna hak etmiştir. 

Sinema derslerine giren bir hocamında odasında dev posteri vardır.

 Dış ses anlatmaya başladığında verdiği tarih ve saatler hatta saniyelerin bir anlamı var mı diye düşündüm durdum. Paralel zamanda yaşanan onca olayın birbirine bağlanması söz konusu olabilirdi. Fazla kurcalamadım. Birbirine bağlanan olaylardan en hoşu; Çocukluğunu geçirdiği evde bir taşın arkasında kalmış oyuncak kutusuna kavuşan adamın daha önce hiç görmediği torunundan bahsetmesi ve filmin sonunda o torunuyla oyun oynayarak görüntülenmesidir. Tabi torununa nasıl ulaşıyor işte o bizlere gösterilmiyor.

 İster istemez Fransız sinemasını Hollywood ile bir kıyasa soktum. Çıkardığım sonuca sanırım katılacaksınız. Hollywood filmlerinde işleri yoluna sokmak için yada birini mutlu etmek için on, bin, on bin kişinin canını yakarken, Fransızlar bunu daha romantik bir şekilde hallediyor. Hollywood iyilerin kazanması için herhangi bir ölümü, ölümleri meşru kılar. Tabi işler her yerde farklı yürüdüğü için kimi öldürerek, kimi öperek mutlu olur veya mutlu eder.


Öğretiler:
 Mutlu olmanın en kolay yolu mutlu etmekle başlar. Ne kadar basit değil mi? Belki de bu kadar basit olduğu için çoğu kimse buna inanmıyor. Milyonlarca insanın mutluluğu bir yana sevdiğinin mutluluğu öbür yanadır bide.

  Ödüller:
  • Beş dalda Akademi Ödülü için aday gösterilmiştir:
  • En İyi Sanat Yönetmenliği, Aline Bonetto (sanat yönetmeni), Marie-Laure Valla (set yönetmeni)
  • En İyi Sinematografi, Bruno Delbonnel
  • En İyi Yabancı Film, Fransa
  • En İyi Özgün Senaryo, Guillaume Laurant ve Jean-Pierre Jeunet
  • En İyi Ses, Vincent Arnardi, Guillaume Leriche, Jean Umansky
  • 2001 yılında film, Avrupa Film Festivali’nde “En İyi Film” ödülü dahil pek çok ödül kazandı.
  • Ayrıca Toronto Uluslararası Film Festivali'nde halk oylamasıyla kazandığı ödülün yanı sıra, Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali’nde de Kristal Küre Ödülü’nü kazanmıştır.
  • 27. César Ödülleri'nde En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Özgün Müzik ve En İyi Sanat Yönetimi dallarında César Ödülleri'nin de sahibi olmuştur.
  • 2002 Altın Küre Ödülleri'nde “En İyi Yabancı Film” dalında aday olmuştur.
  • Film, New York Times tarafından “Gelmiş Geçmiş En İyi 1000 Film”den biri seçilmiştir.[4]
  • IMDB ilk 250 listesinde, ilk 50 içindedir.