Bir Başkadır - Netflix Dizisi


Biz öyle bir ülkeyiz ki, en ufak milliyetçilik hareketinde savaşa gireriz. Biz öyle bir ülkeyiz ki, en kısa vefa gösterisinde iki göz iki çeşme oturur ağlarız. Biz öyle bir ülkeyiz ki, düşene bir tekme de biz atarız. Biz öyle bir ülkeyiz ki kendi içimizde bin bir parçaya bölünür, yine de tek yürek mesajları veririz. Öyle bir milletiz ki biz duygularımızı en doruklarda yaşarız ve yaşatırız. Aslında ne kadar şanssızız ki, bu kadar güzellikler içerisinde çirkini parmakla gösteren milletiz biz.

En vicdani duygular, en politik kararlar, en siyasi hamleler, en toplumsal olaylar... Ne kadar "en" ile başlayan uç nokta varsa çoğunu yaşamış bir ülkeyiz. Savaşlar, barışlar, yoksulluklar, göçler, kentleşmeler, yasaklar, duruşmalar, mutluluklar, başarılar, iz bıraktığımız anlar... Tüm bu duyguları bir araya toplayarak film/dizi yapmak istesek ortaya karman çorman bir tablo çıkar. Duygudan duyguya koşar, dengemizi kaybederiz. O yüzden oluşturduğumuz yapının temellerini sağlam atmalıyız. Unutmadan iliştirelim paylaşımcı da olmalıyız. Nasıl mı? "Bir Başkadır" dizisinin ismi gibi mesela. İsmin sonuna ne getirmen gerektiğini, o tamlanan öbeğin tamamlayanı bize bırakılmış. Gayri ihtiyari "memleketim" dediğimizi duyar gibiyim. Memleket... 81'e de bölersin 1'e de tamamlarsın.

Berkun Oya, 3 Mart 1977, Çerkes asıllı Türk tiyatro yazarı, tiyatro ve sinema yönetmenidir. Bir önceki dizisi "Masum" iyi bir iş çıkardı. Daha önceki başarı grafiğini de incelediğimiz zaman "Bir Başkadır" dizisinden de aynı performansı beklemek çok normaldir. Nitekim genel izleyici yorumları da olumlu olarak nitelenebilir. Peki, neden olumlu bunu tartışalım. 

Bir dizinin/filmin iyi bir hikayeye ihtiyacı vardır. Teknik işler işin tadı, tuzu, biberi olur. Senaryolaştırma işini de en iyi şekilde uyguladığın zaman, (beğeni kaygısından uzak olmalı) hitap ettiğin kitle tarafından yüksek oranda takdir toplayacaksındır. Bu dizinin hikayesi bir yana, bir ideolojiye sahip. Yani bir fikri var ve bunu iletmek istiyor. Televizyon dizilerinde pek göremediğimiz ama toplumumuzun kanayan yarası haline gelmiş, bir o kadar normalleştirilmiş onca tabu, yanlış bilgi, kör bakışlar var ki, en ufak bir perspektif değişimi bize yeni bir şey yapılmış imajı verebiliyor. Gerçekler bu kadar gözümüzün önündeyken ne kadar da kör kalabiliyoruz. Sebebi nedir? Korku psikolojisi mi? Kaygılar? 

Dizi, farklı hayatların, o farklı hayatlar içinde de birbirinden ayrı tipte insanların ortak bir hikayesini anlatıyor. Olası şartlarda karşılaşamayacağın insanlarla etkileşim içine girmek gibi. Sınıf çatışmalarını hep bir okula benzetirim. Herkes aynı okulda farklı sınıflara mensup. Sınıfların ayrımı ekonomik düzeyine, eğitim düzeyine, siyasi ideolojilerine, ırklarına, dillerine ve dinlerine göre ayrılmaktadır. Tüm bu ayrımlar ve daha fazlası da yine kendi içinde daha küçük sınıflar halinde ayrılmaktadır. Başlarda söylediğim gibi "bin bir parçaya da bölünür ama tek yürek gibi davranabiliriz".

Kısaca sınıflarına göre ayrılmış karakterlerimize göz atalım. Ana karakter olarak Meryem'i görmekteyiz. İlkokul terk, türbanlı ve günlük temizlik işlerine giden ara ara bayılmak gibi sağlık sorunları olan, tedavi için hekim değil hoca tercih eden, abisi ile yaşayan, tırnak içerisinde "namuslu", İstanbul'un gecekondu semtlerinden birinde oturan kendi halinde biridir. Bekar olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Anlatılan karakteri şöyle bir göz önüne getiriniz. 

Görebildiniz mi?

Benim gözümde ikinci ana karakter psikiyatrist Peri'dir. Yeri gelmişken belirteyim ana karakter sayısı bence bir iki tane ile sınırlı değil. Dizideki her karakter ayrı bir sınıf başkanını temsil ettiğini düşünüyorum. Yani her biri için ayrı ayrı gözlem yapılması gerekmektedir. Peri ile devam edelim. Robert Kolejinde başlayan bir eğitim hayatı ve devamında yurtdışı programları... Tek başına yaşamakta, iyi bir işi var, yoga seanslarına katılıyor, meditasyonla ilgileniyor, kendisinin psikiyatrist olduğunu hatırlatarak, düzenli gittiği bir psikoloğu var. Ailesi yalıda yaşamakta, kendisi bol bol yurtdışı seyahati yapmış ve hatta o seyahatlerinden birinde Peru'ya da gitmiş. Orada yaşayan yerlilerin inançlarından biri olan Şamanizm'i anladığını ama Türkiye'de türbanlı insanların olabildiğine şaşkınlık geçiren biridir.

Burada bir dip bilgi verelim: Şamanizm ilkel kavimlerde görülen, ruhlarla insanlar arasında aracılık yaptığı ve hastaları iyileştirme gücüne sahip olduğu kabul edilen Şamanlar çevresinde yoğunlaşan inanç sistemidir. Ata ruhlarına ve doğa varlıklarına tapınmaya dayanan eski bir Asya dinidir.

Yukarıda diziye ait iki karakter verdim. Meryem olağan doğallığı ile doğuyu temsil ederken, Peri alabildiğine batının yansıması olarak tasvir edilmiştir. Çatışma unsurlarının en başında bu iki durumu öne sürebiliriz. Türkiye, batı görünümlü bir orta doğu ülkesi mi? Diğer çatışmalara da göz atalım. 

-Sağlık sorunu yaşayan birinin şifayı camii hocasında bulmak istemesiyle, aynı kişinin Hipokrat yeminli bir doktordan medet umması.

-Peri'nin batılı düşüncelerine rağmen başörtülü insanlara karşı olan ön yargıları. Yani kendini ne kadar modern biri olarak görürsen gör, göremediğin, kabullenemediğin insanın ta kendisi sensin.

-Muhafazakar bir ailenin okumuş, doktor olmuş kızları Gülbin'in, ailesine ve özellikle kardeşine nazaran daha özgür bir hayatı oluşu, Kız kardeşi Gülan'ın inancını göstermesi karşısında alaycı ve kabullenememe durumu. 

-Camii hocasının kızı olan Hayrunisa'nın yaşadığı muhafazakar yaşam çizgilerinden çıkmak isteyişi ve bunu dışa vurma isteği. Beklenen ön yargıların dışında gelişen bir cevapla buradaki çatışma daha çok içsel olarak ilerleyecektir diye düşünüyorum.

-Ruhiye karakterinin küçükken köyünde yaşadığı olay ve o olayın Ruhiye üzerinde yarattığı travmaların aile içindeki yansımaları. Kocası Yasin'in eşi üzerindeki tutum ve davranışları. 

-Serdar karakterinin cinsel ilişkiler peşinde yaşadığı saatlik mutluluklar sonunda klozette otururken günlük temizliğe gelen Meryem'in yemenini koklayarak ağlaması. Bizi "başka" bir sona götürebilecek bir çatışma olarak kabul ediyorum. 

-Melisa karakterini es geçmek olmazdı. Daha çok "total izleyiciler" tarafından izlenen bir dizi de başrol oyuncusudur. Dizideki rolünü "gereksiz" olarak tanımlamaktadır. Fakat buna rağmen rolü kabul etmiş ve parası için işe devam etmektedir. Aslında beğenmediği gecekondu kitlesine yaptığı dizi ile lüks içinde yaşaması. Bu karakterden daha çok ekmek yenir. 

-Yasin, yaşadığı muhafazakar hayatı ailesine de dayatan baskıcı ve anlayışsız karakter. Babasından kalan mobilya atölyesini tekrar ayağa kaldırmak ve geçimlerini sağlamak için bir gece kulübünde güvenlik görevlisi olarak çalışmaktadır. Oyuncu - Karakter yakıştırması yapmak istemiyordum ama Fatih Artman için biçilmiş rol budur. 

Yukarıda dizinin ana çatışma unsurlarından birkaçını saydım. Pek ala çevremizde benzer olayların gerçekleştiğini de şahitlik ediyoruz. Dizinin en önemli taraflarından biri de eleştirmek yerine sorgulayıcı tavrıdır. Dincilik ile dindarlık, modernlik ile kendini beğenmişlik arasındaki ince farkı görmek için güzel sorular var. Tabii buradan çıkartacağımız sonuçlarla aydınlanma yaşamayacağız. Hatta bir taraf olmak zorunda bile hissetmeyin kendinizi. Çünkü kendisini bir şeyci olarak tanımlayanlar dizi de rol eşini bulup diğer tarafta yer alanı yeren sözler söyleyecek. Gelin bunu yapmayalım takım tutar gibi görüş savunmayalım. Nedir bu işin orta noktası? 

Dizinin bazı sahneleri sanki fazla uzun tutulmuş ve aşırı durağanlık göstermiş olabilir. Bu tür yapımlardan sıkılan çok insan olur. Çünkü aksiyonu zayıf bir dizi. Bu olumsuz anlam taşımıyor tabii ki. -Bu yazacaklarım ön yargılarım mı bilmiyorum- Biz tüketim toplumu haline dönüştüğümüz için uzun sahneleri zaman kaybı olarak görebiliyoruz. Aslında 2 dakikalık sabit açılı görüntünün özü iki cümledir. Fakat neden iki dakika bunu izleriz? Tam olarak burada şu soru ne güzel oturur; Televizyondaki melodram dizilerinde dakikalarca bakışmaların bitmesini bekleriz. Buradaki durum tamamen sektörel kaygıların sonucudur. Biliyorsunuz 3 saati tamamlama taktikleri işte... Fakat "Bir Başkadır" dizisi için bu söz konusu değildir. Yani en azından bu dizideki uzun sahneler sanatsal bir etkileşim sağlamaktadır. Belki bir Nuri Bilge Ceylan tadı? Geniş açılı planları izlerken sizi karakterden soyutlayıp dışarıdan bir göz olmanızı isterler. Belki de tarafsızlığınızı ilan etmenizi isterler. 

İstanbul silüetine dikkat eden mutlaka olmuştur. Sanki 80'ler havası verilmek istenmiş ama gökdelenler ve verici antenleri buna çomak sokuyor gibi olmuş. İstanbul'da bir süre yaşadım ama bu kadar da köy kalmış yerler var mı? dedirten yerler görüyoruz. Köyün üst yolundan da geçen belediye otobüsü... Tam bir "megaköy" yakıştırması yapmak geldi içimden. İstanbul Belediyesi açıklama yaptı "24 numaralı otobüs hattımız yoktur" dedi. İyi ki bu açıklama geldi.

Bazı bölümlerin sonlarında jenerik akarken Ferdi Özbeğen'in şarkılarını dinliyoruz. Bazen de eski İstanbul görüntüleriyle bitiyor. Bu bile insanı depresif bir ruh haline sokuyor. Dizinin kasvetiyle uyumlu sonlar olmuş. Önceki-sonraki, batı-doğu sentezleri her haliyle yansıtılıyor.

Netflix'te gerçekten orijinal bir Türk işi yapılmış. İkinci sezonda bakalım bizi neler bekliyor olacak.