İstanbul Çıkartması

İstanbul’da yaşam diğer illere nazaran çok çok farklıdır. Hani neredeyse kendi başına bir ülke... Daha önce İstanbul’a küçükken gelmiş ya da hiç gelmemiş arkadaşlarım ile birlikte buraya gelme şansı yakaladım. Bir gece iki gün birlikte olduk. Baştan beri eğlenceli geçeceği belliydi zaten, teşkilatın yarısı bizle. İstanbul’da geçireceğimiz tek geceyi de beş tane yıldızı olan The Greenpark otelinde geçirdik. İçinde yok yok elbette. Hamamından tutun da spor salonuna kadar birçok hizmet mevcuttu. Öyle ortamda memnun kalmamak elde mi? Otel çalışanları da oldukça güler yüzlüydü. Zaman zaman kendileriyle dertleştik falan… Resepsiyonda çalışan güzel ablalarla yaşadığımız diyalogların üzerine bal dök, ekmek ban yani o kadar tatlı dilliler. Geceliği 149 Euro olduğu için (en ucuz odası) gerçekten bir havası oluyor fakat gel gör ki beş yıldızlı otelde gecenin 4’ünde aç kalabiliyorsunuz. Cebimizde paramız var fakat gerçekten kıytırık bir tosta 12 TL vermek istemezsiniz. Makarna 22 TL’den başlayan fiyatlarla bilmem ne restoranda! Otel lobisinden geçerken ciddi anlamda otele 149 Euro vermiş gibi davranıyorduk. Resepsiyonda çalan o klasik müziğin kime ait olduğunu bulmalıyım. Fikirleri uyuşan arkadaşlarla ortak bir şeyler yapmak her zaman zevkli olur. Ortama ayak uydurmak gerekiyor ve oluşan ortamda da söz sahibi olabilmekte önemli. Sonuçta “neden böyle yapmadık” olayına hiç girmedik. Hep beraber hareket ettik. Otelde bulunma nedenimize değinmek gerekirse; Tesyev Vakfı’nın düzenlediği bir toplantı vardı. Toplantı amacı, engellilerin yaşadığı sorunlar ve istihdam durumlarıydı. Toplantı ikinci gün olmuştu, katılım oldukça fazlaydı, yaklaşık 350 burslu öğrencisi, engelli yakınları ve vakıf çalışanlarından oluşan 400 kişilik bir kadro salonda hazır bulunuyordu. Yapılan konuşmaların ardından söz öğrencilere geldi ve Akdeniz Üniversitesi öğrencilerinden (yani bizim teşkilattan) bir arkadaşımız da söz aldı. Okuldaki engelli öğrencilerin “annesi” olan Engelli Destek Birimi sorumlusundan isim vermeyerek bahsetti ve ona teşekkür etti. O kadın daha fazlasını hak ediyor. Biz yaramazlar için toplantı oldukça sıkıcıydı bu yüzden fazla içine girmiyorum. Gelelim toplantı dışı aktivitelerimize. Otelin spor salonuna indik, inene kadar biraz gezinti yaptık tabi (gerçek anlamı kaybolmaktır) bu gezintimizde çeşitli çalışanlarla tanışıyorduk, bize yol tarifi yapıyorlardı. Spor ile ilgisi olan tüm alet edevat bu salonda mevcuttu, yıllardır spor yapan kimse havasıyla girdik salona ama 9 kiloluk ağırlığğı kaldıramadık. Koşu bandında son hızı ayarladık ben bu konuda diğerlerinden daha iyiydim, çünkü az buçuk antrenmanım vardı. Derken akşam yemeğine gittik. Yemekler hakkında iyiydi kötüydü diye yorum yapamayacağım ama o patates püresi, vişne suyuyla çok iyi gidiyordu. Farklı bardaklarla farklı içecekler sunuldu bize, bardak isimlerini bilmiyorum ama ince belli geniş ağızlı ve zemine dokunan yerinin de yuvarlak olması ben, cezbeden bir bardaktı… içinden su içtim orası ayrı konudur. Tamamen filmlerden edinmiş olduğum kadınlara uygulanan centilmenlik örneği olan “kadının oturduğu sandalyeyi azıcık ittirivermek” olayını bir arkadaş üzerinde denedim, ciddi anlamda etraftan iyi puan toplayabiliyorsun. Yemekten sonra vakfın bizlere ufak hediyeleri vardı onları aldık, bir arkadaşımla “gerontoloji” üzerine konferans verdik (ben ve arkadaşım birde boş salon) konferanstan sonra başka bir arkadaşımla havuza girme isteğimizi gerçekleştirmek için yol almıştık, ilk kez havuza giriyor değildik fakat duş almadan havuza girilmediğini unutunca… Kalın bir ses duyduk ve şöyle diyordu: “duş almadan havuza girilmez” kalakalmıştık. Duş almak için kabin arıyorduk ki bulamayacağımızı hissettik ve geldiğimiz yolu izleyerek geri döndük, turnikelerden çıktıktan sonra danışma tarzı bir yerde görevli sarışın abla bizi gördü, havuza girmeden önce bizlere havlu vermişti. Bizi kupkuru görünce böyle hafif gülümsedi ve ne olduğunu sordu, cevabı duymalıydınız, havuzun fazla sıcak olduğunu söyleyerek, “hamama gitsek daha iyi olur” dedik ve hamamın nerede olduğunun tarifini aldık. Yalan yok hamama ilk defa giriyorduk. Bir buhar bir sıcaklık! Tanrım, daha da soyunmalıyım falan, soğuk su dökmeye başladık birbirimize, sabunlaştık falan böyle hafifleyerek çıktık. Sonra tüm ısrarlarıma karşın havuza prestij amaçlı girip çıkalım falan dememe rağmen “rezil olduğum yere daha gitmem” dedi arkadaş, e adam haklı bir yerde. Kendimize nasıl gülüyoruz ama… He havuzdan çıkarken “nereden geldi bunlar ya?” diye söylenen abiyi duyumsamazlıktan gelemezdim. Pardon abi, ilk defa beş yıldızlı otel görüyorum da… Aslında havuza gitmeden önce yaşadığımız asansör fantezisini de anlatmalıyım. Odamızın bulunduğu kattan asansöre bindik ve sırayla tüm tuşlara bastık. Asansör her katta duruyor ve her katta birileri asansöre biniyor iniyor. Ben ve pek komik arkadaşım asansör yolcularına refakat ediyoruz, onlarla ilgilenip çeşitli sorular soruyoruz. Bir keresinde üç kız asansörde misafirimiz oldu. İkisi gıcık tiplere benziyordu ki sadece biri bizimle iletişim kurdu. Saçlarına bir özen gösterdiği belliydi, merak edip sordum, “saçlarınızın doğal hali bu değil dimi?” değil dedi falan. Ne yaptığını sordum, hafif gülümseyip cevap verdi “maşa” “güzel olmuş” dedim. Bak fazla yüz göz olmadım ama… Hadi gel dedi bir kahve içelim falan, yok dedim gitmeliyim. Asansör fantezimiz yaklaşık 10 dakika sürdü diyebilirim. Hamamdan çıktıktan sonra tekrar asansörü kullanmak üzere o asansör koridoruna geldik, bir tane tatlıca yüzlü abla soruverdi “havuza girebildiniz mi?” biz olağan acıtasyon tekniklerini kullanarak giremediğimizi söyledik. Kadıncağız bize üzüldü ciddi ciddi. Ama işin makarasındayız efendim! Arkadaşım, ablayı müzik öğretmenine benzetti, bende edebiyatçı havası sezdim, çünkü diksiyonu çok düzgün ve böyle sevecen halleri öyle düşündürdü bana ama öğretmen değilmiş yahu. Kızı da yanındaydı, bence ikisi de en az bizim kadar iyi bir çifti, sempatiklerdi. Asansör önünde yirmi dakikaya yakın ayaküstü muhabbet yaptıktan sonra ki muhabbetin tadı damağımızda kaldığından ötürü tekrar görüşmeyi o kadar çok istedim ki, hatta istedik ki… Ertesi gün bizi aramışlar fakat görememişler, bizde onları göremedik diye o kadar üzülmeye hazırlamıştık ki kendimizi çünkü otelden çıkış yapmamıza neredeyse dakikalar kalmıştı, hani dakika dediysem de bir saat falan var yani. Biz bir yerden bir yere giderken (otel içinde) bir ses duyduk arkadaşıma baktım, o da bana baktı, “bu ses…” evet onların sesiydi, hızlı adımlarla o sesin geldiği yöne doğru koştuk, onları bulmuştuk! Ben sevinçten zıpladığımı hatırlıyorum. Bu sefer oturarak konuşalım istedik, lobide oturduk güzelce ve fotoğraf bile çekildik. Sonra onlar gitti, ama iletişim adreslerimizi alışıp vermiştik. Sanıyorum Konya’ya uğrayabiliriz hihi. Onlarda yazın Antalya’ya geliyorlarmış ki? Görüşelim ama… Bak aklıma ne geldi ya, sen kesin bu yazıyı okuyacaksındır. He bide bizim o hallerimizi kesin sınıfında anlatacaksındır (kendin söyledin ki ama) tamam rezil olduk tüm Selçuk Üniversitesine, hadi bakalım…

İlk kez uçak deneyimi yaşadığımı da vurgulamalıyım. Öyle pek heyecan verici anları yok bence. Zaten en önemli anları kalkış yaparken ve iniş yaparken yaşanan atraksiyonlar. E onlarda baya hoş oluyormuş. Sabiha Gökçen’e indikten sonra iki taksi tuttuk, teşkilat biraz kalabalık olduğundan hani, arkadaki taksiye binip “öndeki taksiyi takip et!” demeyi çok istedik, ama lanet olsun ki öndeki taksiye binmiştik. Ama olsun yani en azından “arkadaki taksiyi takip et!” diyebilmiştik. Bir ara baktım arkadaşım almış eline telsizi anons yapıyor “Havalimanında araç kalmadı, tamam!” arkadaki takside de bizim teşkilatın yarısı var ve bizi duyuyorlardı. Pendik’te bulunan Pendorya AVM’de kahvaltı yapalım dedik. Açık bir yer bulmak bir yana hani kahvaltı yapabileceğimiz bir yer bulmak istedik ama kala kala Burger King’e kaldık. Saat 05:45’te uyandık ve kahvaltımızı 11:30 gibi yaptık. Düşünün yani? Efenim çift menü aldım hatta sadece iki kişi çift menü aldı sanıyorum, onları nasıl bitirdiğimizi bilmiyoruz ama ciddi anlamda karnımızın doyduğunu hissedebiliyorduk, bu yazıyı yazarken de yaptığım gibi üzerine soda içmeliydim. AVM’de oyun salonu gördük ve biletlerin pahalı olmasına aldırmadan 12 tane bilet almıştık. Araba yarışından zevk alamasak da Buz Hokeyi ve Basket atma oyunu baya eğlenceli geçti bizim için. Ha koskocaman alışveriş merkezinde wireless sorunu yaşadığımızı da buradan açıklıyorum, arkadaşla wireless şifresi aramaya çıktık bildiğin. Ne oldu derseniz, bulamadık hocam, kiminde wireless yok, kiminde şifreyi bilmiyorlar falan. Skandal ya! Avrupa’da yok böyle bir şey!.. İkinci kez taksiye binip otele giriş yapmak üzere yola çıktık ki arkadaşımızın arabasında buz hokeyi oynadığımız masaya ait bir oyun konsolu bulundu, o an gülme krizinden gidip taksiyi tekmeleyebilirdik ki, güvenlikçi abiye teslim ettik konsolu sonra gittik. Ah! Antalya’dan havalimanına gitmek için bize bir servis ayarlanmıştı ama o servis gelmedi başka bir araç ayarlamalıydık, bunu başarmıştık hem de resmi plakalı arabayla normal hızda 40 dakikalık yolu, özel araçla 15 dakikada gitmiştik, adet uçak yolculuğunun bir provasını yapmış olduk. Heyecan dorukta! Allah korusun bir kaza neyin yapsak… Tamam yani mezar taşıma istediğinizi yazın. Otelde hatta otel dışında AVM’de falan birçok yeni kişiyle tanıştık, bu olay, yani yeni insanlarla tanışmak beni çok mutlu ediyor, her yeni insan hayatıma katılmış yeni bir renk gibidir… Yemeklerde o kadar güzel servis yapılıyordu ki, kola bitmeden meyve suyu geliyordu, bir de adını bilmediğim onca tür yiyecek. Otelde içimde kalan iki şeyden biri havuza girememek diğeri de ekstraya giren olaylardan kendimizi soyutlamaktı.

Toplantı bittikten sonra herkes evine dağıldı, herkes geldiği şehre geri döndü. Ben bir arkadaşımla kaldım, önce bize gittik. Bir gece kaldık, ertesi gün İstanbul turu attık beraber. Bağcılar’dan başlayan yolculuğumuz, Eminönü, Beyoğlu, Galata Köprüsü ve Kulesi, İstiklal Caddesi, Kadıköy sahili, Barlar sokağı, sonra tekrar İstiklal Caddesi ve güneşin doğuşuna kadar cadde üzerinde turlamak. Şu geçen üç dört gün içinde toplam uyku saatimiz 10 ya da bir iki saat daha fazla, o yüzden kafamı dayadığım her yerde uyuya kalabiliyorum. Hafifmeşrep kafayla iyi ki evin yolunu unutmadım. Ama annemi biraz üzdüm sanıyorum ya…Dur babamı aramalıyım bir saniye… Kaç yıldır İstanbul’da yaşıyorum ama hiç Galata Kulesine çıkmadım, arkadaşım olmasa kaç yıl daha çıkamazdım kim bilir? Hani çıkmak istiyorum ama bir türlü zaman bulamıyorum durumu vardı. İyi oldu böyle. Sonraki İstanbul turunun daha kapsamlı olacağının sözünü verebilirim şimdiden. Geceyi İstiklal’de sabah ettikten sonra eve gidip eşyalarımızı aldık ve iki saat kadar uyuduk sanıyorum kahvaltı sofrasında bir şeyler yiyemeden çıktık, aslında uçağımızın kalkış saatini öğrenebilirdik ama hiç biletimize bakmadık. Sabiha Gökçen’e vardığımızda uçağın kalkmasına 50 dakika vardı. Kadıköy’den belediyelere ait Halaşları kullanarak havalimanına gittik, 8 TL karşılığında bence uygun bir fiyat. Taksi konforunda sakin sakin limana gittik işte. Hadi anladık Greenpark’ta bir fincan çay 12 TL ama canım havalimanında bir fincan çay 5 TL niye oluyor balım? Hayat çok pahalı çok... Daha nice yaşadığımız güzel anılarımız var onları cidden yaşamanız gerekiyor anlatmak yetmiyor efenim! Galatasaray Lisesinin yamacındaki Kilisede dua bile ettik. Allah’ım sen affet. 2 GB’lık fotoğraf arşivine ulaştık ve anılarımızı resme döktük. Umarım bir gün tüm teşkilat bir arada güzel “tatil” yaşarız. Tatil dedim farkındasınız değil mi? Bu tamamen toplantı amaçlı bir seyahatti. İstanbul’dan sevgiler…