Saf Gerçek

    



Dersten çıktığında oldukça bitkin bir haldeydi. Nedense son birkaç haftadır doğru düzgün uyuyamıyor, sürekli kâbuslar görüyordu. Çok sık rüya gören biri de değildi normalde. Ama bu kâbuslar onu ve karısını o kadar çok yoruyordu ki en sonunda karısı onu bırakarak rahat bir uyku çekmek için tatile gitmişti. Başını öne eğip derin bir nefes aldı. Kahverengi ceketini, keten bej pantolonunu ve bej ayakkabılarını son bir kez daha kontrol edip yürümeye koyuldu. Rektör onu görmek istiyordu. Tamam, belki karısı gittiğinden beri fazla bakımsız, kontrolsüz ve mutsuz görünüyor olabilirdi ama bunu derslerine hiç yansıtmamıştı. Hatta çalışmanın daha iyi olduğunu düşünerek depresyon içerisindeyken izin hakkını bile kullanmamıştı. Bu yaşlı kel ne diyecekti acaba? Her neyse diye düşündü ve kapıyı çaldı.
     İçeri girdiğinden Bay Gordon’u sandalyesinde oturmuş balıklarıyla ve bitkileriyle buldu.
—Beni çağırmışsınız. Diyerek gülümsedi. Bay Gordon:
—Otur bakalım Sam. Seninle biraz konuşalım. İyi haberlerim var sana. Dedi. Sam şaşırmıştı. En son ne zaman iyi haber almıştı ki. Belki bir ya da iki ay önce sipariş ettiği pizza tahmin ettiğinden daha erken gelmişti. O kadar.
— Evet, Bay Gordon. Dedi heyecansız bir şekilde. Gordon bunu fark ettiğinden:
— Sam bu heyecanın kemiklerimi titretti. Ama mutlu olmalısın Sam. Sonunda istediğin oldu. Sahaya çıkıyorsun. Kendi ekibini kurman ve araştırma yapman için üniversiteye bağış yapıldı. Fakat tuhaf olan paranın çalışmada sen olmazsan bağışlanmayacağıydı. Kimleri kandırdın anlat bakalım Sam? Sam şaşırmıştı. Tek bir kelime dahi edemedi. Tam konuşacaktı ki Gordon:
— Ah! Ciddi değildim şaka yaptım be çocuk. Hadi git ve bu haberi kutla. Ama fazla dağıtma. Çünkü yarın sabah dokuzda Mısır’a nasıl gideceğinle ilgili bir toplantı olacak. Ve ekibini kuracaksın.
      Odadan çıktığında gerçekten tam anlamıyla neye uğradığını şaşırmıştı. Sonunda onu heyecanlandıracak bir şeyler olmuştu işte. Arkeolojiyi de bu heyecan için tercih etmişti. Yıllardır devam ettirdiği kös kös oturma işi için değil elbette. Bay Gordon haklıydı. Bu gece kendini ödüllendirmeliydi. Son derse girmemeye karar verdi ve en yakın bara doğru yol aldı. Birkaç kadeh viski ve peşinden deliksiz bir uyku. İşte onun partisi buydu.
     Yıllardır onu uyandıran karısı olmayınca telefonu da ona ihanet etmişti işte. Geç kalmıştı toplantıya. Ve gelen çağrılara bakılırsa oldukça çılgın bir kalabalık onu bekliyor olmalıydı. Doğruca evden fırladı ve karşısına çıkan ilk taksiye binerek üniversiteye doğru yol aldı. Ama oraya vardığında durum biraz daha farklıydı. Büyük ve sinirli bir grup yerine tanımadığı şık giyimli bir adam ve Bay Gordon onu bekliyordu. Yanlarına gittiğinde damın avukat olduğunu ve bağışı gerçekleştirmek için kendisini beklediğini anladı. O kadar arkeolog arasında neden onu seçmişlerdi ki acaba? Her yaptığı işte her zaman ortalama biriydi o. Yine de mutluluğunu gizlemeyerek bir saat gibi bir sürenin sonunda bağış işlemlerini tamamen bitirdi. Artık biletler alınmış, kalınacak oteller, araçlar, çadırlar gibi bir çok şey belirlenmişti. Şimdi yanına 10 kişilik bir ekip hazırlamalıydı. Önündeki dosyayı aldı ve bir saat sonra tam olarak 3 kişi belirledi; Thomas, Marry ve Andy. Listenin geri kalanını ise Gordon’un ellerine teslim etmişti. Artık gönül rahatlığıyla evine gidebilirdi.
      Eve gitmesi, hazırlanması ve uçağa binmesi… Yani kısaca son bir gün nasıl geçti hiçbir şey anlamamıştı. Hayal mi görüyordu yoksa gerçekten şu anda Mısır’da mıydı? Yıllardır kurduğu hayaller bir anda gerçek olmuştu. Fakat bu işin böyle bir anda olması korkutucuydu da. Nefes alıp cesaretini topladı.  Kaybedecek neyi vardı ki sanki? Şimdiye kadar korkmuştu da ne olmuştu? Hep aynı şeyler… Hep aynı düzen… Yapabilirdi. Yapacaktı.
        Ertesi gün Sam ve ekibinin rahat bir yolculuk geçirmesini sağlayacak kumda batmayan dev araçlar geldi. Çadırlar, yiyecekler, ihtiyaç duyulacak donanım ve malzemeler her şey fazlasıyla mevcuttu ve hepsi araçlara yüklendi. Gönül rahatlığıyla ve birbirlerini tanımak için ettikleri yerel içki muhabbetleriyle kazı alanına doğru ilerlediler. Alana geldiklerinde çok şaşırmışlardı. Düşündükleri gibi alan el değmemiş değildi. Yıllardır üzerinde çalışılmış olduğu belliydi. Yapılabilecek her şey yapılmıştı zaten. Sam ne olduğunu anlamadı. Aklına Gordon’dan aldığı ama okumadığı zarfı açıp okuma fikri geldi. Zarfı açıp da kâğıdı görünce daha da şaşırdı. Alan olduğu gibi gösterilmişti. Zarfın içindeki harita alanın incelenmesi için değil haritada yer alan lahitin bulunması ve çıkarılması için bilgiler yer alıyordu. Dönüp ekibe baktı. O anda seçtiği 3 kişi ve kendi dışında kimsenin arkeolog olmadığını fark etti. Onların çoğu deneysel bilimlerle uğraşan insanlardı. Gordon, o kel bunak. Her şeyi biliyor olmalıydı. Artık yapacak bir şey kalmamıştı. Hava kararmak üzereydi. Ekibe emir verdi ve çadırlar kuruldu. Çadırlar kurulduktan sonra hava karardığından çalışmalar bir gün sonrasına bırakıldı.
     Ertesi sabah ayaktaki tek kişi Sam’di. Çünkü hiç uyumamıştı. Lahite inmeyi dört gözle bekliyordu ama tek başına inmek istemiyordu. Saat sekiz gibi herkes uyanmıştı ve aşağı inmeye hazırlardı. Haritaya göre aşağıda sadece lahite giden bir yol vardı. Diğer yollar yanlıştı ve zaten haritada gösterilmiyordu. Ekip hızlı ve dikkatli bir şekilde önden arkeologlar olmak üzere aşağı doğru inmeye başladı. Ama Sam’e bir şeyler yanlış geliyordu. Neden o kadar çok parayı gelip hazır olan şeyi çıkartmaları için onlara vereceklerdi ki? Tam lanet okuyacakken Andy seslendi:
Sam burada bir şeyler var. Bu bir parşömen ve içinde bir şeyler yazıyor.  Sam hızlıca onun yanına gitti ve mısır hiyerografilerini en hızlı çevirebilecek kişi olan Marry’ye uzattı. Marry fenerlerin yardımıyla yazıyı okudu ve şu şekilde çevirdi:
‘Gerçeği ancak saf inançla görebileceksin. Ama nefes alabilecek misin ?’
    Sam bu yazıdan hiçbir şey anlamamıştı. Bu yüzden etmek üzere olup yarım kalan lanetini okumaya başladı. Bütün o yolu ne demek istediğini bile anlamadığı sözler için mi gelmişti. Hangi yarım akıllı her şeyi hazır halde bekleyen lahiti ve parşömeni çıkarmaları için onca parayı üniversiteye vermişti ki? Bir de bu boş iş için o seçilmişti. O kadar kötü görünüyordu demek ki. Sinirlendi ve geldiği yolu söylene söylene çıkarak diğerlerinin de gelmesini bekledi. Onlarında gelmesiyle lahit yüklenmesi bir süre devam etti. Ve sonunda:
Hemen geliyorum. Diyebildi.
    Bir saat sonra Marry ve Thomas bilgisayar ekranının başında oturuyor ve ekrana bakıyorlardı. Onları uzaktan gören film izlediklerini sanırdı. Ama onlar sadece resme bakıyorlardı. Lahitten çıkan adamın yüz kemiklerini doldurarak normalde nasıl görünebileceğini oluşturan programın sonucuna bakıyorlardı. Andy resmi kemikleri tarayarak oluşturmuştu ama hemen bayıldığından geri kalan işlerle ilgilenmek Thomas’a düşmüştü. Masa başı sessizliğini Marry bozdu:
Tanrı aşkına Thomas mezardan çıkan kemikler nasıl Sam’e ait olabilir? Bunun neresi mantıklı.
Tüm bunlar olurken sam yatağından korkuyla sıçradı. Ne biçim bir rüyaydı bu böyle. Önceki rüyalar yetmezmiş gibi artık kendini lahitin yerinde mezarda görüyordu. Terlemişti ve çalan telefonu heyecanla açtı. Marry’nin anlattıklarını dinledikçe teni gittikçe beyazlaşıyor, kalbi hızlı hızlı çarpıyor ve korkuyordu. Saatin kaç olduğuna bile bakmadan şortunun üstüne en az iki beden büyük pembe gömleğini giyip evden fırladı. Yarım saat kadar sonra bilgisayar ekranında kendi resmine bakıyordu. Kemikler onun yüzünü oluşturmuştu. Boş boş bakınırken yaşlı bir adam olan Thomas:
Bu konu hakkında söyleyebileceğim tek şey Sam mesajın senin için olduğunu düşünmem.
    Sam hem parşömen hem de iskelet hakkında düşünüyordu. Ardından şu anki haline baktı. Atında şort üstünde iki beden büyük bir gömlek vardı. Bu da yetmezmiş gibi bir ayağında ev terliği diğerinde ayakkabı vardı. Şu an öğrencileri onu görmeliydi. Muhteşem görünüyordu. Belki de bir fotoğrafını çekip sosyal paylaşım sitelerinden birinden fotoğrafını karısına gönderirdi. Tabi romantik ve popüler bir pop şarkısıyla birlikte. Gülümsedi ve yerinden kalkarak bahçedeki havuzun kenarında oturmaya karar verdi. Thomas ve Marry uyumuştu ama onu uyku da tutmuyordu. Havuzun kenarında otururken bu yaşına kadar hiç suya girmediğini fark etti. Hiç yüzmemişti şimdiye dek. Her ne kadar korksa da hazır kimse yokken neden denemeyeyim diye düşündü ve gömleğini çıkararak suya atladı. Çok derindi su kafasını geçiyordu ve o suyun üzerinde duramıyordu. Uzun süre sesi çıktığı kadar bağırdı, kalbi çok hızlı atıyordu korkuyordu. Birkaç dakika sonra daha fazla dayanamadı ve kendini suya bıraktı. Ama hiçbir şey olmadı. Nefessiz kalmadı. Boğulmuyordu. Filmlerde olan hiçbir şeyi yaşamadı. Nefesini tutmayı bıraktı ve suyun içinde durabiliyordu. Bu onun için sorun değildi. O an fark etti. O nefes alamıyordu ve hayatı boyunca da alamamıştı. Sadece burun delikleri oynuyordu ama havayı hiç hissedememişti. Hızlıca –olabildiğince- sudan çıkmaya çalıştı. Çıktıktan sonra pembe gömleğini üzerine geçirerek hemen arkadaşlarının yanına gitti. Onlara yaşadıklarını hızlı hızlı anlattı. Denemek için gözlerini kapattırıp bir şeyler koklattılar. Ama ne oldukları hakkında fikri bile yoktu. Koku alamıyordu. Şimdi mesajı anlayabiliyordu. Mesaj gerçekten ona gelmişti. Ne kadar hoştu. Yıllar önce çürümüş bir cesedin kemikleri ona benziyordu, ceset ona mesaj yazmıştı ve nefes alamıyordu. Hayatının en güzel haftasıydı. Geriye cevaplanacak bir soru kalmıştı. Saf gerçek ne demekti?
       Sam öğretmenlik yaptığı yıllar boyunca arkeolojide kullanılan bir sözcüğün birçok anlam ifade edebileceğini biliyordu. Bu sebeple saf gerçekte bahsedilen gerçeğin normalde ne anlama geldiğini anlamak için kendisiyle anlaşma yapan avukatı bulmaya karar verdi. Bu sayede parayı kimin bağışladığını da öğrenebilirdi. Ve bu onu sonuca daha da yaklaştırırdı. Avukatla görüşmeye gittiğinde Sam kendini tuhaf hissediyordu. Ve hisleri doğru çıkmakta gecikmedi. Avukatın dediğine göre bu para Sam’e büyükbabası tarafından araştırma yapması için bırakılmıştı. Fakat büyükbabası o doğmadan çok önce ölmüştü ve onun böyle bir şeyi araştıracağını nereden bilecekti? Her şey birbirine girmişti. Avukat ayrıca ona bırakılan bu mesajın kuşaktan kuşağa ailesi tarafından ona verilmek üzere saklandığını da söylemişti. Sam her şeyi bir kenara bırakıp tam gitmek üzereyken avukat son bir kez daha seslendi:
Eğer şu an bana sormak için geldiğiniz soruyu sorarsanız size bu kutuyu vermem söylenmişti. Dedi.
       Ve mavi, tahta bir kutu çıkardı. Kutuyu alan Sam eve gidene kadar hiç bir şey düşünmeden yürüdü ve eve girdiğinde direkt gidip kutuyu açtı. Kutuyu açtığında küçük bir parşömenle daha karşılaştı. Bu daha yeniydi ve dili normalde kullanılan dildi. Mesajda;
‘Seni oluşturandır aradığın şey ve asla kaybolmayacaktır o.’ Yazıyordu.
Yeni bir bulmaca daha gelmişti ama en azından saf gerçeğe ulaşmanın ipucu da verilmişti. Bulmaya çalıştığı şey asla kaybolmayan ama dönüşen bir şeydi, farklılaşan ve onu oluşturan. Artık biraz daha rahattı ve uyuyabileceği kadar uyumak için yatağına gitti.
    İki saat sonra ter içinde uyandı. Yine bir kâbus görmüştü. Fakat bu kez kâbusların onu yönlendirdiğini anlayacak kadar çok şey yaşamıştı. Rüyasında lahitteki mezarın içerisinde kendi yatıyordu ve aynı zamanda kendi kendine parşömendeki yazının Latincesini okuyordu. Ardından kar yağmaya başlıyordu her yer simsiyahtı ama altın sarısı kar taneleri vardı etrafta. Sonra tekrar mezar ortaya çıkıyordu ve kendi bebekliğini de lahitin içinde görüyordu. Ve kendine şöyle söylüyordu:
Gerçek asla kaybolmaz sadece değişir.’
   Bu kez anlamıştı. Gördükleri kâbuslar değildi uyarılardı. Yataktan fırladı ve ailesinin evine gitti. Onlara büyükbabasının ve diğer aile büyüklerinin resimlerine bakmak istediğini söyledi. Fakat Sam hariç anne ve babası büyükbabası gibi birkaç eski aile üyelerini görebiliyorlardı. Ve nedense tüm bu görülemeyen akrabalarda Sam’e benziyordu. Bunu fark ettikten sonra Sam hemen evden çıktı ve cebinden kalem çıkarıp eline rüyasında gördüğü numaraları karaladı. Ardından hemen avukatı arayıp büyükbabasının yaptığı işlemi kendi torunu için yapmak istediğini söyledi. Avukatla buluştular ve belge imzalandı. Tüm bunlar bittikten sonra Sam elindeki kâğıttaki sayılara tekrar bir göz attı.
118-7,1
136-5,5
102-6,8
21-6,3
256-2,9
Ve önsöz…
       Sam evine doğru koşup babasının ona küçükken verdiği ve büyükbabasının bıraktığını söylediği kalın kitabı açıp sayfa numaraları ve cümleleri okumaya başladı.
İnsanlık yıllar önce tamamen yok olmadı mı? Her şeyin yanılsamasını göremiyor musun? İnsan diye bir şey yok. Çevrene iyi bak. Ben senim. Sen sadece düşüncesin. Bende öyle. Somut beden yok. İnsanlar ölürler. Yeniden doğmak için’
Ve önsöz:
Her şey sonsuzdan gelir sonsuza gider. Sen de öyle. Beni bulacağını biliyordum. Her zaman buldun. Henüz doğmayana…
Sam her şeyi anlamıştı. Büyük babasından kalan defterin son sayfasını açtı ve okumaya başladı.
‘ insanlar çoktan yok oldu. Tanıdığın ve tanımadığın herkes. Onlar hep aynı insanlar. Fark etmiyor musun? Ölenleri başkalarının yüzlerinde görürsün kimi zaman. Sakın şaşırma. Çünkü onlar zaten yıllar önce ölmüşlerdi. İnsan sadece enerjidendi ve yok olmayı göze alamadı. Bu yüzden toplu bilinçaltı hepsini belleğe aldı. Aynı insanları sakladı ve herkes sadece bir kere öldü. Yaşamaya bu kadar istekli ola enerjiydi. Ve sen ölmelisin. Çünkü artık kaynağı biliyorsun. Bu dünya seni öldürmeye çalışacak. Sen sistemin parazitisin. Hoşça kal. Umarım bu sefer daha iyi bir hayat yaşarım.’
  Sam okuduklarını not almak için bir kalem aldı ve kalem yere düştü defter de öyle. Çünkü onları tutan kimse yoktu.
     Aynı saatlerde bir kadın doğumhanede avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bir erkek çocuk oldu dedi hemşire. Adı ne olacak. Kadın cevap verdi:
Ona babasının adını vereceğim Sam .