Bana Özel

    Günaydın herkese.Bugün pazar mazar demedim, sabahın köründe açıldı gözlerim, ama huzurluydum. Camları, perdeleri açtım. Hava daha o kadar ısınmamış. Yine de berrak... Toroslar suratsız ama sapasağlam,orada duruyor. Bugün gözlerimi açtım kocaman,dışarıya baktım. En sevdiğim rengin hiç görmediğim bir tonunu gördüm. Düşündüm.Sonra da size geldim,yazayım dedim yine.
    Herkesin başına gelmiştir. Uzaktan gelen, özlenen ya da özlenmeyen, beklenen ya da beklenmeyen bir misafir gelir gelmez sizi şöyle bir süzer,siz olduğunuza inanamaz."Ne kadar çok değişmişsin?" der.Nazikçe gülümser geçiştiririm ben, sizi bilemem. Bu çocukken olduğunda aileniz gururla :"Öyle mi? Biz hep gördüğümüzden farkedemiyoruz demek ki..." der. Ya siz? Siz kendinizdeki değişimi nasıl farkedersiniz? Uzaklaşma imkanınız olmadığı bir şeyi nasıl gözlemler, nasıl analiz edersiniz?
     Ben denizsiz yapamam. Ege'yle hasret giderdik yakın dönemde, ama Akdeniz'i biraz özlemiştim.Gidip keskin ve yüksek kıyılarından birinde oturdum dün. Hava tatlı serindi.Biraz rüzgar vardı. Akdeniz uzattı kafasını, sanırım biraz hayırsızlığıma kızdı: "Nerelerdeydin?" dedi. Açıklama yapıp hesap vermedim. "Değişmişsin." dedi. Yine tanıştık. Sonra güzel güzel konuştuk. Biraz agresif olsa da güvenilir bir dosttur. Bu zamanda zor bulunan bir özellik. Bana beni anlattı. Hemen inanmadım tabi, sorguladım. Alacağımı aldım, almayacağımı ona bıraktım. Daha makul ve dingin olduğumu farkettim, ehlileştim. Bazı şeyleri kitaplardan değil insanlardan öğrenebilirsiniz anca, o yüzden daha affedici olmaya çalıştım hem kendime, hem diğer herkese karşı. Hala keskin netliği değişmez, değişmesini haketmeyenlerin. Ama bu çok da sıkıntı değil, onların yeri, orasıydı demek ki, benim de affetmeyeceğim şeyler vardı. Terkedeceğim,kopacağım,sırtımı döneceğim şeyler de vardı. Ama bu listeyi ne kadar ıssız tutarsan o kadar iyi. Yine de anlamaya çalıştım herkesi, daha mantıklı daha az çocuksu. Benim de hatalarım vardı, daha açık daha az kibarlık budalası olmalıydım kimisine, hakettiği ve anladığı şekliyle yaklaşmazsam iletişim bozukluğu olması kaçınılmazdı.Bu kimsenin suçu değildi. Terazimin hassasiyetini iyi ayarlayıp kendimi zorlamamalıydım mesela.Olması zor ve tatsız şeyleri oldurmaya, insanları değiştirmeye çalışmamalıydım. Bu benim işim değildi, hatta belki haddim.Ne derdi büyükannem: "Yerlerinde sağolsunlar." dı.
        Hala iyi niyetinden emin ve vicdanı rahat olmak en önemlisiydi ve beni bu dinginleştirdi,bakış açım genişledi.Neden bilmiyorum, birden oluverdi işte. İyi de oldu. Doğamla barışmamın zamanı gelmişti artık. Değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek, değiştiremeyeceğini kabul etmek, mükemmelliyetçiliği törpülemek ve insan olduğumu kabullenmek. Kendini oturttuğun sırça kafesten inmek, alçalmak değil, sadece açımı değiştirmek... Herkes gibi kızgınlığın sevgin, dostluğun ve hakedene gösterebileceğin bir sırtın, affediciliğin ve çocuksu küskünlüğün, makullüğün ve deliliğin olabildiğini görmek. Kendine biraz tolerans tanımak. Empati, sempati, böyle şeyler.
        En önemlilerinden biri, insanlar hakkında birşey farzetmemek ve yerlerini kendilerinin belirlemelerine izin vermek. İyi farzedip sonra beşerliğinden şaştığında alaşağı etmemek, ya da yanılıp mahcup olmamak...Bu kendin için de geçerli tabii ki. Sadece belli bir mesafeden yansız ve güzel güzel bakmak.Kendilerini göstermelerine izin vermek, onların bu sorumluluğunu da sırtlanmamak. Peşin hükümlülüğün pozitifliğini de negatifliğini de aşmak. Daha çok gitmek, daha çok görmek, daha çok sevmek ve daha çok bilenmek.Ama kesinlikle aşınmamak ya da matlaşmamak, katılaşmamak, hissizleşmemek... Ayının,kurdun,kuşun,balığın yapabildiğini yapmak yani.Çocukluğunda ucunu bucağını bildiğin bu zanaati hatırlayıp sürdürmek; yaşamak....