Goethe'nin İlk Aşkı - Neler Öğretti?

"Dünyayı bir arada tutan aşktır." demişti Goethe, aslında kendi silahıyla da vurmuştu kendini. Film 1772'li yıllarda geçiyor, 2011 Alman yapımı, Goethe'nin aşkından bahsediyor. İzlerken o kadar keyfi aldım ki, filme kendimi koyabiliyorum, bildiğin yaşıyorum. Normalde bu tür eski tarihlerde geçen yapımları izleme konusunda tereddütlerim olur ama içimdeki insana uydum izledim.

"O yıllarda..." diye başlamayacağım tabi. Filmi izlerken çok hoşunuza gidebilir mektupların at arabalarıyla yollandığını görmek, ekmekleri evde yapmak. Birisini görmeye giderken evde olup olmadığını bilmeden yola çıkmak. Şimdiki zamanla kıyaslandığı zaman mektubu, telefon mesajlarına benzetebiliriz. Nitekim hayat hızlandı ve beklemenin sabır süresi bitti. O mektubun/mesajın karşı taraftan beklenmesi o bekleme sürecine girmek farklı duygu tabi. Mektup, mesaja göre daha sağlam hislerle yazılıyor. Peki, (filme göre) o yıllarda kadınlarla iletişim kurmak daha mı kolay? Şimdiki genç kızlar gibi trip yapmıyorlar mesela. Yine bu zamanla o zaman arasındaki benzer farklılıklardan biri, at arabasıyla, binek arabalar.

Sanat için o kadarda iyi gözle bakmıyorlar. Sanırım ki garanti meslek olarak görmedikleri ve maddi getirisinin az olduğunu düşünüyorlar. Goethe, şiirler yazarken, Lotte (Goethe'nin aşkı), bir kilisede ayin seslendiriyor. İkisininde babası bu konuda ilerlemelerine karşı. Lotte'nin babası, zengin bir eşle evlenmesini istemekte. Goethe'nin babası ise, avukatlık eğitimini tamamlayıp iyi bir avukat olmasını istemektedir. Sanki, şuan farklı şeyler oluyormuş gibi değil mi? Fakir ailelerin güzel kızları, zengin adamların kölesi olur ama kalpleri hep o fakir ama genç çocuğundur. Fakat Goethe ve Lotte'nin aşkı beni etkiledi birader. Eski zamanlarda geçmiş olması inandırıcılık gücünü arttırıyor bence. Şimdiki zamanda bu konuyu modern olarak işle beni bu kadar etkilemez. Belki 300 sene sonra izlerlerse etkilenebilirler.

Birbirlerini ilk gördüklerinde aşık olurlar. Acaba öyle şeyler oluyor mu hala? Eskiden çok eskiden biz daha yokken, Divan edebiyatının tavan yaptığı dönemlerde, kadınların gözlerine vurulan aşıklar vardı. Şimdi neresine bakıyordur da aşık oluyorlardır acaba? Küfür ettiğimin dünyası bu kadar mı zalim olur ki, Goethe'nin patronu diyebileceğim adam, Avukat Albert Kenster gidip Lotte'ye aşık olur. Albert ve Lotte'nin babası Lottes Vater arasında geçen alavereler sonrası avukat bey kıza iyice yaklaşmıştır. Avukat Bey bu durumu işinde başarılı olan çırağına yani Goethe'ye anlatır. Ondan yardım ister. Goethe'de ilk yazdığım cümlesiyle gidip kızın odasına, gözlerini kapatmasını isteyip ardından parmağına taktığın yüzükle birlikte o cümleyi kurmasını ister, "Dünyayı bir arada tutan aşktır." kız etkilenir. Ama etkilendiği için kabul etmez evlenme teklifini, kabul etmek zorunda kaldığı için kabul etmektedir. Ailesinin maddi geleceği Lotte'ye bağlıdır. Para için kalp mi satılır?

Lotte ve Albert'in nişan töreni var. Goethe'de davetli. Fakat, Lotte olduğundan haberi yok. Oysa Lotte mektup yollamıştı ve mektubunda bir daha görüşmemelerinin mümkün olmadığını yazmıştı. Goethe, o mektubu göremeden nişan gecesi Lotte'nin evine gitti elinde bir kutuyla. Kutuda Lotte'nin en sevdiği yazarın oyunu vardı kağıttan yapılmış bir tiyatro sahnesi... Aslında bakılırsa çok hoş bir sürpriz ama bu sürpriz yerini bulmuyor. Avukat Albert, Lotte ve Goethe arasında yaşanan ilişkiyi -ki onlar yatmıştı- o gece öğrenir. Bak burası tam bir Türk Sineması sahnesi ama adamlar öylesine sade ve etkileyici yapmışlar ki, oturup üzül. Böyle başarılı sahneler görmek istiyoruz. Bu arada o çok sevdiği tiyatro oyunun adı: Emilia Galotti

Goethe, olan biteni anlıyor fakat anlam veremiyordu. Lotte bunu yapmış olamazdı. O anki şaşkınlığını üstüne alıp evi terk etti. Goethe'nin en yakın arkadaşı Jeruselam, yaşadığı bir aşk kırıntısının üzerine, Goethe'nin gözleri önünde intihar etti. Lotte perişan... Avukat Bey, Goethe ile dalga geçercesine konuşuyor ve sert bir tokat yiyor. Bunun sonucu olarak Avukat Bey onu düelloya davet ediyor, sonra polis tipli adamlar yasa dışı düellodan dolayı Goethe'yi hapse atıyor.

Goethe, hapis döneminde bir kalem ve kağı istiyor. Ona şiirler yazıyor ve Lotte'ye yolluyor, Lotte, onu görmek için hapishaneye geliyor konuşuyorlar. Lotte yalan söylüyor Albert'i sevdiğini söylüyor. Goethe yıkılıyor, o yazdığı şiirleri Lotte'den yakmasını istiyor ve gitmesini de... 6 Ay sonra Goethe'nin babası oğlunu hapisten çıkartıyor ve Almanya'ya geri götürüyor. İşte burada kocaman bir sürpriz bekliyor Goethe'yi!

Lotte'ye yazdığı şiirleri kitap haline getirmişti Lotte ve Almanya'da bu şiir kitabı çok sevilmişti. Herkes o kitaptan almak istiyordu bir izdiham ortamı vardı. Goethe bunun içinde habersizce kalmıştı. Olan biteni öğrendiğinde ise mutluydu. Babası oğluyla gurur duymaya başlamıştı.

Goethe yazdığı şiirleri Lotte'den yakmasını istemişti. Lotte, "Ayrıyız ama şiirlerde beraber olacağız" demişti. Demek ki bunu kastediyordu. Çok hoş bir jest! Böyle şairlerin, yazarların mutlaka gerçek bir yaşanmış hikayesi var, hep oluyor. Filmi çok beğendim. Çok güzel kurgulanmış ve sahne akışları çok iyi. Sıkıldığımı düşündüğüm bir dakika olmadı. Ve kafama takılan bir soru: 1772 yılındaki adalet anlayışını anlamak mı yoksa şimdiki adalet anlayışını anlamak mı daha zor? Boşver.

Goethe ve Jeruselam'ın bu dramları, dönemin genç aşıkları üzerinde büyük bir etkiye neden olmuş ve intihar sayısı artmıştır. İnsanlar artık mantıklarıyla değil, duygularıyla yaşamaya karar vermeye başlamışlardı. Ve "erken bir ölüm boş bir hayatın sonucudur" cümlesini çok sevdim.

Neler mi öğrendim? İlham denilen şeyin özellikle "aşk" konusunda çok işe yaradığını ve ilhamın kaynağını bulunca asla bırakılmaması gerektiğini öğrendim. Bir aşkın sadece bedenen bir arada durması değil "Genç Werther'in Acıları" kitabı gibi ölümsüz olması.