The Platform - Netflix Film Eleştirisi


Sistem eleştirisini ele alan "The Platform" filmi gerilim, korku ve bilim-kurgu temaları üzerinden işleniyor. 2019 yılında Netflix tarafından sunulmaktadır. David Desola ve Pedro Rivero’nun yazdığı, Galder Gaztelu-Urrutia‘nın yönettiği The Platform, her katta iki kişinin kaldığı, bir tür dikey hapishanede geçiyor. Kapitalist düzende gelir dengesi ve adaletsizliğin üzerine yoğunlaşılıyor. Yayınlandığı tarihten itibaren dünyada ve Türkiye'de de beğeniyle izlendi. Peki, bu platformlu hapishane neyi amaçlıyor?

Bilim-kurgu ögesini barındırdığını söylemiştik. Yani, gerçekte böyle bir hapishane yok. Ya da dünya düzeninin bir metaforu olarak da kabul edilebilir. Gerçekçiliği sistemin adaletsizliğinde arayabiliriz. İki kişilik hücrelerde tam 333 katlı bu hapishaneye girerken (gönüllü olarak da giriliyor) size en sevdiğiniz yemeği ve yanınıza almak istediğiniz herhangi bir eşyanızı soruyorlar. Sevdiğiniz yemek ve seçtiğiniz o eşya sizinle beraber hapishaneye giriyor. En üst kattan en aşağıya doğru inen bir platformun üzerinde herkese yetecek kadar yiyecek konuyor. Her katta ortalama birkaç dakika kalıyor. Eğer herkesin hakkı kadar yediği varsayılırsa en alttaki hücreye dek herkese eşit şekilde yemek yetecektir. Fakat bu gerçekleşmeyecektir.

Filmde odaklanan karakterimiz Goreng sigarayı bırakmak için gönüllü olarak hapishaneye girmek istedi. Bu hapishaneden mezun da olunuyor. Bir diploma sistemi vardır. Sanırım mezun olunduktan sonra toplumla uyumlu bir birey olunması hedefleniyor. Goreng hapishaneye girerken yanına Cervantes'in Don Kişot kitabını alıyor. 30 günlük bu mücadele de her gün başka bir katta uyanılıyor ve oda arkadaşınız değişiyor. Dışarıdakilerin bu sistemden beklentileri nelerdir bize aktarılmıyor. Birçok soru işaretinin bulunduğu filmde cevaplar fazlasıyla izleyici öznelliğine bırakılmıştır.

Eşitsizlik, adaletsizlik, açgözlülük, hırs ve hayatta kalma mücadelelerine tanıklık ederken, kendimizi çok farklı şeyleri düşünürken ve hatta sorgularken bulabiliyoruz. Yazarların ve yönetmenin asıl amacı da mutlak bir son yerine bizim yazacağımız sona izin veriyor. Nitekim filmin sonu bir neticeye varmamaktadır. Hapishaneye evcil köpeğiyle, halatıyla, kitabıyla ve samuray bıçağıyla gelenleri görmekteyiz her birinin farklı göndermeleri vardır. Önceden bu hapishanenin yönetim kadrosunda bulunan bir kadının da daha sonradan hapishaneye kendi isteğiyle girdiğini de görmekteyiz.

Dünyanın gitgide kötüleştiğini kabul edenlerin buna bir dur demesini bekliyoruz. Bu nasıl mı olacak? Önce hak, adalet ve eşitlik kavramlarının layıkıyla yerine getirilmesi gerekiyor. Önce ikna edici cümlelerle bunu deneyeceğiz daha sonra zorunda kalırsak şiddete başvurmak kaçınılmaz olacaktır. Eğer herkes kendi adalet duygusunu sisteme entegre etmek isterse yine kaos çıkar. Kaosun içinde işe yarar ve kullanılabilir bir çözüm yolu bulunmalıdır.

Ütopik düşüncelerin ağır bastığı filmde dikkat çekilen konulardan biri de "sosyal dayanışma" gücünün spontane bir şekilde gerçekleşeceği mi yoksa eğer ki gerçekleşti diyelim, yönetimin bunu nasıl bastırabileceği mi? Bu iki fikir üzerinde durulmaktadır. "Delik" adı verilen hapishane aslında bir deney tesisi olarak kullanıyor olabilir miydi? Bir sonraki hamleyi tahmin edebiliyorsan, senin hamleni yapman için yeterli zamandan daha fazlası elinde olur.

Tek mekanda geçen filmler listesinde yerini alan The Platform'un çıkış noktası, David Desola, "El hoyo’yu" ilk olarak bir tiyatro oyunu şeklinde kaleme aldığı içindir. Bu sebeple tek mekan, düşük bütçe ve bol diyalog barındırmaktadır.

Dini, politik ve ekonomik anlamda yapılan eleştiriler arasında film eleştirmenleri şu konu üzerinde hem fikir olmuştur. "El hoyo’da 333 kat bulunuyor ve her katta iki kişi kalıyor. Toplamda 666 kişi. Platform her katta 2 dakika kalıyor, tüm katları inmesi yaklaşık 666 dakika sürüyor. Hristiyanlıkla ilişkili inanışlarda 666 genelde Şeytan veya Deccal gibi kötücül varlıklarla ilişkilendirildiği için filmdeki bu detayların da kasıtlı olarak yerleştirildiği düşünülüyor. "

Filmde geçen Cervantes'in Don Kişot kitabının göndermesi ise şudur: Sistemin güçlü, bencil ve duyarsız noktalarına aldırış etmeden, kendini tehlikeye atan ve bazı kötülüklerin değişmesi için mücadele veren o kipta karakterini Goreng üzerinden okuyabiliyoruz. Filmin sonun doğru platformun üzerindeyken en aşağı kata inmeye çalışması da bundan kaynaklanmaktadır.

Platformun sonunda tek başına bir kız çocuğu bulunmaktadır. Goreng'in hedefi en aşağı kata inmek ve oradakilere yemek artıkları yerine dokunulmamış temiz yemekleri ulaştırmaktır. Bu şekilde yönetime bir mesaj göndermek istenir. En alt katta kız çocuğuna ulaşılır ve hiç dokunulmamış bir punding verilir. Çocuk platformun en üst katına gönderilir. Yani? Delik adı verilen sistem çökmüş olur. Bu spontane gelişen bir dayanışma sistemiyle olmaz belki ama sistemin alaşağı edilmesi için "bir" kişi bile önemlidir.

Dikkat çekici bir başka durum ise koronavirüs salgınının yaşandığı bu dönemde dünyanın bir kaos sürekleniyor gibi görünmesinin aslında sırf insanların bencilliğinden ileri geldiğini gösterir güzelliktedir. İhtiyacımız kadar aldığımız zaman herkese yetecek kadar kaynak olduğunu biliyoruz. Bunun yerine kavga etmek, tartışmak, açgözlülük yapmak bizi kaosun sınırlarına her geçen gün daha fazla yaklaştırmaktadır. Evde kalıp kendimizi ve çevremizi tekrar sorgulayacağımız güzel bir yapımdır. İzlenmeli ve değişmeye bir an önce başlanmalıdır.